3 Şubat 2009 Salı

sıçış

güncel türkçe sözlükte bulunamasa da önemli bir sözcük ve kavramdır sıçış. gerçek ve mecaz anlamı olarak iki şekilde kullanılabilir.

gerçek anlamıyla sıçış: tuvalet yapma eylemi olarak tanımlanabilir. bazı yörelerde büyük abdest almak deyimiyle eşdeğerdir.

örnek kullanım : [x kişisi] 18:20:31 naber lan napıyosun?
[y kişisi] 18:21:02 sıçış...
[x kişisi] 18:21:24 nöy?
[y kişisi] 18:21:58 laptop...


mecazi anlamıyla sıçış: insanın hayatına kısa yada uzun vadede etkileri olan hatalara verilen isim. argo olarak kullanıldığı düşünülse de "ben bir hata yaptım" demek yerine "ben SIÇTIM" demek her daim daha samimi ve daha gerçek olacaktır. genel olarak sıçışları ikiye ayırabiliriz.

majör sıçışlar: sıçışların insan hayatını direk olarak etkilediği durumlarda kullanılabilir. majör bir sıçış ardından rutin olarak 2-3 aylık bir utanma süresi ve 2-3 haftalık bir bunalım beklenir. bu tip sıçışlar insanın hayatı boyunca hatırlayacağı ve konu her geçtiğinde renkten renge gireceği durumlardır.



minör sıçışlar: günlük ve hatta saatlik olarak tanımlanabilecek sıçışlardır. sonuçlar insan hayatını direk olarak etkilemez. durumsal salaklıkların yol açabileceği bu sıçışlar arkadaş ortamında anlatılır ve sıçış sahibi kişi kenarda durup "eki eki" diye güler(oytun?).


majör ve minör sıçışlara verilebilecek çeşitli örnekler:

tuvalete girmişsinizdir ve tuvalet kağıdı yoktur. kemik dergisi tercih sebebi.
pes'te juventus'u alırsınız, biyfın ve del pierro gridir.
blogunuza yazı yazarken elektrikler gider kaydetmemiş olduğunuz yazılar gider.
çayınıza şeker yerine tuz atarsınız.
dersin yerini yanlış hatırlayıp yanlış sınıfa dalarsınız.


sınavın gününü unutur derse withdraw çekersiniz.
arın pes'te inter'i alır, adriano ve ipraam gridir.
son teslim gününde yazılan %20 lik projenin conclusion'ını sıkarken elektrikler gider.(proje de...)
toplu bir davette ana yemeğin içine tuz yerine şeker atarsınız.
göl'de son arabada geldikten sonra mixer'in power kablosunun eksik olduğunu farkedersiniz.


sıçışla ilgili örneklerimiz bunlar. bundan sonraki yazımda kendimle ilgili örnekler vereceğim ve en son mükemmel sıçışımla ilgili bilgileri siz değerli okuyucularımla paylaşacağım.

sıçışsız mutlu günler dilerim...








1 Şubat 2009 Pazar

zeroes

her pazar günü saat 22.00'de elime çekirdeği alıp heroes izliyorum. ilk sezonun sonundan beri zaten hiçbirşey anlamıyorum. herkes zamanda seyahat etme yeteneğine sahip olduğundan bir bölümde kötü olan adam diğer bölümde en kral iyi oluyor. mesela peter amcam bir bölümde suratında yara izleriyle dünyanın en karizmatik kahramanını canlandırırken diğer bölümde yeteneği falan yok şamar oğlanına dönüyor. benim en son anladığımı düşündüğüm sahne peter'ın irlanda'lı kıza aşık olup geleceğe gidip onu kaybettiği sahnedir -ki bölümler sonra bu sahneyi de anlamadığımı farkettim.

aslında ben bu diziye ablamla başlamıştım. kendisinin konuya uzaklığından olsa gerek tüm heroes izleme sürecinde kendimi tam bir heroes-geek addediyordum ama ikinci sezonun başlangıcıyla anladım ki "i'm not a girl, not yet a woman".

şimdi spoilerla dolu bi paragraf olacak sezon 3 bölüm 10 itibariyla uyarmadan geçmeyeyim. açıkçası ben bu heroes'u cnbc'e'den takip ediyorum. diğer dizileri internetten indirip izliyorum ama alışmamış götte don durmuyor bu heroes'un hiçbir bölümünü internetten edinip izlemedim. az önce imdb'den kontrol ettim sezon olmuş sana 3 -ben 2 zannediyorum-. bu sezonda çok olaylar oldu. benim taa 1. sezondan hatırladığım çocukların -acıların çocuğu peter ve all-time winner nathan- babası dirildi. koskoca binanın ağzına sıçan patlamada mundar olan kadın -ali larter'ın canlandırdığı tüm karakterler işte- canlandı. hiro bir ileri bir geri gidip zaman-mekan olayının orta yerine sıçtı ve hatta tüy dikti. parkman niye olduğunu hiç anlamadığım bir şekilde güney afrika'ya gitti. sizin anlayacağınız heroes cephesinde durumlar karışık ama ben hiç aksatmıyorum. anlam veremiyorum, bağlantı kuramıyorum ama durmadan izliyorum.

Go Heroes Go!!!

yeni doğmuş bir bebek gibi...


internet başına oturduğumda genelde ziyaret ettiğim 3-4 sitenin yanına hergün çeşitli blog'ların eklendiğini farkettim. biliyorum bu blog hadisesi yaklaşık 5 ila 7 yıldır çeşitli şekillerde popüler orada burada ama bize diziler falan zaten 1 yıl geç gelir. bu biricik beril hanım kızımız ayrıca maralcan bey kişisi beni bloglarında çeşitli şekillerle kullandığından bende bir blog sahibi olmayı uygun gördüm. öncelikle bu blog olayı çok acayip yani düşünün ki dünyanın "en" tekrarlıyorum "en" sikko yazarı olsanız bile, bir şekilde yazılarınızı insanların ulaşabileceği şekilde yayınlayabiliyorsunuz. ulan bok (selam olsun bok lakabını bir şekilde edinebilmiş herkese) sen imla nedir bilmez iken küçük ünlü uyumunu sadece küçük harflere uygulanabiliyo zannederken nasıl olur da hergün asgari 5 kişinin okuyabildiği bi platformda kendini ifade edebilirsin. kusura bakmayın ama hasiktir ordan. yani bu windows ses kaydedicisinde yaptığın bir şarkıyı d&r'a götürüp raflar arasına "Kursat - Bende Yaralandım" isimli bir albüm sıfatıyla koymaya benzer. zaten myspace, purevolume falan gibi sitelerin hepsi az önce yukarıda anlattığım olayı hayata geçiren durumlar. o zaman "ne diye açtın bu blog'u bu kadar atıp tutuyorsun" diyenlere kocaman bi nanik göndermek istiyorum. kıskandım ulan! bende isterim insanların hergün girip "yok şöyle beğendim, yok böyle hastasıyım" demelerini. yazıların bu kaliteyle sürmesi halinde bir kitap teklifinin çok uzak olmadığının da farkındayım zaten.

blog dünyasına hoş geldim, üstüste 20 kadar post atabilirim heyecanımı, entüziyazmımı mazur görün...